Sea of Marble / Mermer Denizi
Sea of Marble

İletişim

sea [at] xurban.net

Sergi

5 Kasım — 26 Aralık 2010
Sanat Limanı, Antrepo No:5
Açılış: 5 Kasım 2010, 18:00

Sempozyum

4 Aralık 2010, 9:30
Sanat Limanı, Antrepo No:5

Katılımcılar:
Ursula Biemann (Zurich) & Shuruq A. M. Harb (Ramallah), TJ Demos (London), John Palmesino (London), Vyjayanthi Rao (New York), Alex Villar (New York), Relli De Vries (Tel Aviv)

xurban_collective: Güven İncirlioğlu (İzmir), Hakan Topal (New York), Mahir Yavuz (Linz) and Atıf Akın (İstanbul)

Proje Partnerleri: Helge Mooshammer & Peter Mortenbock (London /Vienna)

Özetler ve biyografiler için Sempozyum Kitapçığı'nı indirebilirsiniz.

“Akdeniz’in o muazzam geçmişi hakkındaki tanıkların en güzeli, denizin kendisidir. Bunu hiç bıkmadan tekrar tekrar söylemek gerek. Tabii ki insanlar tarafından şu veya bu ölçüde mantık, kapris veya aptallık saikiyle inşa edilmiş karmaşık bir geçmişe ilişkin her şeyi tek başına deniz açıklayamaz. Ama geçmişin tecrübelerini sabırla yerine oturtur, onlara yeniden can verir, kendi gözlerimizle görebildiğimiz ve geçmiş zamanda nasılsa öyle olan bir göğün altına, bir manzaranın içine yerleştirir. Bir anlık dikkat toplama ve hayal kurma: Sanki herşey yeni baştan yaşanır.”

Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz (*)

Herhangi bir manzaraya yakından bakıldığında doğal ve kültürel süreçlerin sayısız fiziki izini tanımlamak mümkündür. Özgün bitki örtüsü, topoğrafya ve geçmiş uygarlıkların kalıntıları iç içe geçerek özgün bir coğrafya oluşturur. Sonsuz devinimdeki yatay bir mekan olan deniz ise tüm izleri örter, bunları mitolojilere dönüştürür. Kara ve deniz sürekli bir etkileşim içinde olsa da akışkanlık özellikleri birbirinden farklıdır. Denizin ve karanin buluştugu sınırda algılanamayacak kadar karmaşık, ileri geri hareket eden, sonsuz bir çizgi oluşur.

Mermer Denizi: Yakın Seyir (2009-2010) başlıklı proje, küresel ticaret ve ekonominin tezahür ettiği, ve aynı zamanda bedenlerin akışını mümkün kılan deniz üzerine süregiden bir dizi araştırma sonucu gelişen bir sergi ve sempozyumdan oluşuyor. Bu bağlamda denizin temsil ettiği özel konum ve potansiyeli ortaya çıkarabilecek yeni anlatım ve görsel üretim stratejileri geliştirmeyi amaçlıyoruz.

Karadeniz ve Ege’nin arasında, kelimenin gerçek anlamıyla ‘Mermer (marmor) Denizi’ diye çevrilebilecek Marmara, dibinde İstanbul’a bir felaketi getirebilecek fay hattını barındırıyor. Üzerindeki adalarda bulunan cezaevleri, Türkiye’nin darbelerle bezeli yakın geçmişine işaret ettiği gibi şu sıralar ülkenin bir numaralı mahkumu olarak Kürt gerilla liderini ağırlıyor. Marmara denizi, rafineriler ve ağır sanayi artıkları ile ileri derecede kirlenmiş durumda. Herhangi bir anda açıklara baktığımızda ise demirlemiş yüzlerce gemiyi yeni bir global ajitasyonu beklerken görebiliyoruz.

Denizleri öncelikle tarihin, aynı zamanda zenginlik ve kültürün, bunun ötesinde de biyolojik çeşitliliğin bir ileteni olarak ele alıyoruz. Deniz aynı zamanda kirliliğin mağduru, petrol sızıntılarının, kimyasal atıkların, istilacı denizanalarının ve ortadan kaybolan resiflerin de alanıdır. Uzerinde petrol tankerleri ve konteyner gemileri milyonlarca ton maddeyi ve ürünü taşır ve akılalmaz bir zenginliği biriktirip dünyanın bir köşesinden digerine iletirler. Bununla birlikte kaçak göçmenleri taşıyan tekneler de [sıklıkla] bir felakete doğru hep seyir halindedir. Bu çerçevede Gazze’ye giden yardım filosu, BP’nin Meksika Körfezi’nde havaya uçan petrol kuyusu, Çin ve Japonya arasında paylaşılamayan adalar, 2004’te Hint Okyanusu’ndaki ölümcül deprem dalgası ve Kuzey Buz Denizi’nin çözülerek gemi trafiğine açılması gibi olayları hepbirlikte yakından takip ediyoruz.

Mermer Denizi: Yakın Seyir üç bölümden oluşuyor. İlk olarak xurban_collective’e ait sergi projesi, son iki senedir Atina, Marsilya, İstanbul, New York ve İzmir de dahil olmak üzere farklı kentlerde yapılan görsel araştırmalar sonucu geliştirildi. Projenin ikinci ayağını, İstanbul-Tophane’deki 5 No’lu antrepoda (Sanat Limanı) 4 Aralık 2010 tarihinde gerçekleşecek olan sempozyum oluşturuyor. Sempozyum katılımcıları, Ursula Biemann (Zürih) ve Shuruq A. M. Harb (Ramallah), TJ Demos (Londra), John Palmesino (Londra), Vyjayanthi Rao (New York),  Alex Villar (New York), Relli De Vries (Tel Aviv)’den oluşuyor. xurban_collective üyeleri ve proje ortakları (Helge Mooshammer ve Peter Mortenbock) sempozyumda moderatörlük ve tartışmacılık görevlerini üstleniyorlar. Ayrıca Aslıhan Demirtaş da tartışmacılar arasında yer alıyor. Projenin üçüncü bölümü ise sempozyumdaki sunuşların ve tartışmaların derlendiği, aynı zamanda da sergi de dahil bütün aktivitenin belgelendiği web sitesi ve proje kitabından oluşmakta.

(*) Fernand Braudel, Bellek ve Akdeniz. Metis: İstanbul, 2007. ç. Ali Berktay

 

Kayan Sular

Peter Mörtenböck & Helge Mooshammer

Deniz, popüler imgelemde sonsuz gibi görünür, harikulade tecrübelerin ve görülmemiş olasılıkların aleminde yer alır. Deniz, ufuk çizgisinin ötesinde, aklın tezahür edemeyecegi yerde öylece durur. ’O yer’den ötede kişi başka mekanlara dalabilir, bilinmeyen alanlara açılır ve tahayyül edilen her ufka doğru yönelebilir.

Bunun yanında günlük pratikler denizleri sıklıkla ’arada olan’a indirger, daha önemli yerlerin arasındaki boşluğu dolduran minör bir bölgeye, yola çıkılan ve varılan noktalar arasındaki arızi bir duruma dönüştürür. Deniz, en kısa zamanda en az güç harcayarak geçilecek karadan uzak bir gerçekliğe havale edilir.

Görünürde bir tanesi denizi, sonsuz ufku işaret eden, diğeri ise sırtını denize dönmüş, iki kara arasındaki önemsiz su yolunu yadsıyan bu iki karşıt hareket, denizel ekonomilerin gelgitlerinde yankı bulur. Her iki hareket de denizin gücünü ve akışkanlığını hem genişletmek hem de sündürmek istiyor gibidir. Orada bir yerde gözden ıraktaki sular endüstriyel üretimin yüzde 80’i okyanuslarda taşınırken dalgalanır, ama sürekli yükselen talepler, yeniden çizilen sınırlar ve yağmalanan kaynaklar ile de ağırlaşır.

Deniz seviyesindeki küresel yükselmeye rağmen yükselen suların üzerindeki karalara ait hak talepleri şimdiye kadar görülmemiş bir düzeye ulaştı. Bu talepler, kara parçalarından çok bu adaların etrafındaki denizler üzerine egemenlik haklarını gündeme taşıyor ve uluslararası suların alanını daraltıyor. Buna ek olarak, karaların su altındaki uzantıları üzerine de bir savaş verilmekte. Dünya çapında kıta sahanlığı ve sualtı uzantıları üzerine hak sahibi olan 34 ülke, açık denizde maden ve doğal kaynakların imtiyazına sahip durumdalar. Bu da ‘karasuları’, ‘bitişik bölgeler’ ve ‘İmtiyazlı Ekonomik Bölge’ gibi bilinen alanlara ek olarak açık denizler üzerine yeni bir kısıtlama getiriyor.

Bu yükselen ‘denizin gaspı’ açık denizler, denizciler ve her kesimden ve her düzeyden yaşamını denizden kazananlar pahasına dünya yüzüne çörekleniyor. Denizin nimetlerinden faydalanmak adına kurulan son tiyatro sahnesinde T.C. başbakanı R.T. Erdoğan’ı görmek mümkün. Ekim 2010’da medyada dolaşan haberlere göre Erdoğan ikinci bir İstanbul Boğazı’nı açmak üzere ‘çılgın bir proje’ üzerine çalışıyor. Bu ‘ikinci Boğaz’, doğal (ve uluslararası) İstanbul Boğazı’ndaki petrol tankerlerinin geçişini ve deniz trafiğini hafifletmek üzere planlanan bir Karadeniz-Marmara kanal geçişinden oluşmakta. Eğer gerçekleşirse (basın diliyle aktarıldığı üzere) ortaya çıkacak olan İstanbul Adası, ikinci bir Manhattan olmaya aday görünüyor.

’Mermer Denizi’ denizleri bir ayna, gelgit akıntılarına kapılan ‘öteki’ ile yüzleşmenin bir düzlemi olarak ele alıyor. Yani denizin çekilmesinden bahsetmek için hem bu küçülen denizlerin neleri genişlettiğine, hem de talepler açık denizlere ulaştıkça nelerin çekildiğine dikkatimizi çevirmek gerekiyor.